Bu bir moda yazısı değildir. Bir gazetecinin ya da siyasetbilimcinin, sosyologun gündem analizi hiç değildir. Bilmediğiniz duymadığınız gerçekler ya da twitter ve facebookta yazanlardan çok farklı bir yazı da değildir. Nasıl garip günler yaşıyoruz ki, görevi gerçekleri yazmak olan gazeteciler değil, bir moda bloggerı yazıyor bunları. Sana mı kaldı diyen olursa, evet maalesef bana kaldı. Keşke özgür medya kalemini keskinleştirip yazsaydı herşeyi de biz de okusaydık, bunları anlatmak bize kalmasaydı. Bir haber kanalında ülke gündemi kaynarken penguen belgeseli yayınlanması yadırganmıyorsa, bir moda blogunda da siyaset ve gündem yazısı pekala olabilir dedim ve başladım içimi dökmeye. Evet, dediğim gibi bu sadece bir iç dökme yazısı, bunun ötesinde bir amacı yok. Ben ki bugüne kadar facebookunda bile herhangi bir siyasi paylaşımda bulunmamışken, bugün olanları görünce "Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır" sözünü hatırlayıp yazmak istiyorum. Kafam ve duygularım öyle karışık, söylemek istediklerim öyle çok ki, muhtemelen bu yazı da böyle olacak: Karışık ve uzun. Nereden başlayacağımı bilemiyorum, sonuçta ilkbahar yaz modası değil konuştuğumuz, bir cümle kurarken iki kez düşünmeli insan. Ben de öyle yapmaya çalışıyorum.
Girizgah fazlasıyla uzun oldu sanırım, artık düşündüklerimi bir toparlamalıyım. Nereden başlamalı? Herşey Gezi Parkı'ndaki ağaçların kesilmek istenmesi ile başladı madem, ben de oradan başlayayım. Üç tane ağacın kesilmesi ve şehrin göbeğindeki Gezi Parkı gibi bir vahanın yok edilmesi, binlerce kişinin harekete geçmesi için yeterli bir sebep değil midir? Bence yeterli bir sebep, ancak keşke tek sebep bu olsaydı. Bardağı son damla değil, ondan önce dolan damlalar taşırır aslında. Halkın sabrını taşıran da sadece Gezi Parkı'nın yok edilmesi değil, halkın büyük bir kesiminin yıllardır yok sayılmasıydı. Sonuçta ciddi meselelerdi bunlar, senin benim gibi üç beş çapulcuya mı sorulacaktı, biz bilmezdik, büyüklerimiz bilirdi. Bu ülkede iktidara oy vermeyenlerin yıllardır söz hakkı yok, tepkileri hiçe sayılıyor, adam yerine konulup dinlenmiyorlar, oy vermeyenin anasını da alıp gitmesi, etliye sütlüye karışmaması bekleniyor. Örneğin eğitim sisteminde ciddi değişiklikler yapıldı, hiçbir anneye sorulmadı "Sen çocuğunu 5 yaşında okula göndermek istiyor musun? diye. Haydi anneye sorulmadı, pedagoglara da sorulmadı. Taksim meydanı için "ucube" bir proje yapıldı, 3. köprü yolda, İstanbullu'ya sorulmadı "Nasıl yapalım?" diye. Haydi İstanbullu'ya sorulmadı, şehir planlamacılarına da sorulmadı. Daha onlarca böyle örnek verebilirim ama uzatmayacağım. Bu ülkede yaşayan herkes, özellikle iktidarı desteklemeyenler kendilerini önemsiz hissetti, bu ülkenin üvey evladı oldu, küçümsendi, sesleri biraz yükselse susturuldular. Özgürlüklerinin gitgide kısıtlandığını ve yaşam tarzlarına müdahale edildiğini hissettiler. Kaç çocuk doğuracakları ve ne şekilde doğum yapmaları gerektiği, hangi diziyi izleyecekleri, saat kaçta içki içebilecekleri bile dikte edilmeye başlandı. Kim miydi bunlar? Sağcılar, solcular, Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler, Fenerbahçeliler, Galatasaraylılar... Bunca zaman iktidardan farklı görüşe sahip olan herkes ortak bir amaç etrafında toplandı Gezi Parkı'nda. Hayır bu ortak amaç ne hükümeti devirmek, ne devrim ne de darbe. Ortak amaç demokratik bir düzen, daha fazla özgürlük, sesini duyurmak, yok sayılmamak, kararlar alınırken adam yerine konulup önemsenmek. "Bu ülkede ben de varım, sana oy vermedim ama senin yönettiğin ülke sadece sana oy verenlerden ibaret değil, sesimi duymak zorundasın" demek.
Buraya kadar herşey çok güzel, yanyana gelmez denen binlerce insan omuz omuza gelerek, asla şiddet kullanmadan birlik olup, medenice haklarını aradılar. Ne belli bir partinin sempatizanıydılar, ne örgüt üyesi ne de terörist. Okulundan çıkan liseli, matematik kitabını kapatmış üniversiteli, bilgisayarını kapatmış beyaz yakalı plaza insanları, yemeğini pişirip ocağını kapatmış ev hanımları... Neden bu kadar korkuldu bu insanlardan, hayatında silah tutmamış, kavgaya karışmamış bu sözde" marjinalere" neden bombalarla, coplarla saldırıldı akıl alır gibi değil. "Polis imdat" eskiden ne demekti, şimdi ne demek? Silahsız insanlara saldıran, gaz bombalarını kafalara atan, yere düşene tekme atan, 20 kişi bir olup zavallı bir kızı döven, yaşlıya, çocuğa, kadına el kaldıran polise nasıl güvenir bu halk bir daha? Elbette tüm polisleri bir tutmuyorum, ben de farkındayım ki, gösterilere müdahale etmek hatta maalesef gaz bombası atmak onların vazifesi, gelen emri yerine getirmek zorundalar. Ama o gaz bombalarını insanların yüzüne atmanın, yere düşene vurmanın görev olduğunu söylemesin kimse bana.
Sadece polise olan güven mi sarsıldı? Ya medya? Sosyal medya olmasa ne olacaktı? Burnumuzun dibindeki olaylardan nasıl haber alacaktık? Medya ne zaman bu kadar yüreksiz ve korkak oldu? Kendi şehrimizde olanları yabancı basından takip ettik, medya imparatorları bunun utancını nasıl silecek? Bir gazeteci başbakana iki soru sordu diye neredeyse heykelini dikecektik, pardon da zaten olması gereken bu değil miydi?
Bir sitem de iktidarı destekleyenlere. O meydanlardaki insanlarla aynı düşünmeyebilirsiniz, elbette özgürsünüz. Hükümetin istifa etmesini de istemiyorsunuz, istemeyebilirsiniz. Peki insanlık adına neden sesinizi çıkarmıyorsunuz? Zulmü, işkenceyi görmüyor musunuz? Kan kokusu, biber gazı kokusu sizin de burnunuza gelmiyor mu? Dayak yiyenlerin çığlıklarını duymuyor musunuz ara sokaklarda? Neden siz de bu zulme dur demiyorsunuz? Onlar sizin komşularınız, yeğenleriniz, okul arkadaşlarınız, düşman değil, terörist değil. Bunca zaman bizler sağcı-solcu, Kürt-Türk diye ayrıldık, ama Gezi parkı herkesi birleştirdi. Şimdi de " Meydanlardaki %50- evlerinde zor tutulan, iktidarı destekleyen %50" diye ayrılmayalım. Bu satıları okuyanlardan bazıları " Biz yıllarca zulüm gördük, siz neredeydiniz" diyebilir. Bilmiyorum, oradaydık, buradaydık, belki farkında değildik, belki cahildik. Siz şimdi neredesiniz? Madem bundan önce siz zulüm gördünüz, sizin özgürlükleriniz kısıtlandı, şimdi meydanlardaki halkı en iyi sizin anlamanız gerekmez mi? "Biz çektik, onlar çekmesin, artık herkes özgürce yaşasın" demeniz gerekmez mi? Evleriniz de zor tutuluyormuşsunuz ya, durmayın evlerde siz de çıkın n'olur, gelin siz de yaralıların yarasını sarın, astımlılara ilaç, biber gazı yiyene limon götürün, bir iki tatlı söz söyleyin, gönül alın, kışkırtanlara inat dost eli uzatın. Sizin yaşam tarzınıza, başörtünüze, okulunuza karışana nasıl dur diyorsanız, tüm kısıtlanan özgürlüklere dur diyin. Çünkü bir gün biri gelir de sizin özgürlüklerinizi kısıtlamaya kalkarsa, giyiminize, ibadetinize karışırsa, yine hep bir olup "Dur" diyeceğiz.
Özetle, fikirlerimiz ve siyasi görüşümüz ne olursa olsun, bunu barışçıl bir şekilde dile getirelim, yakmayalım, yıkmayalım, birbirimizi dinleyip anlayalım. En önemlisi de şu, biz Gezi Parkı sayesinde düne kadar kavga ettiğimizin aslında kardeşimiz olduğunu anladık, birlik olduk. Bu birkaç günde yaşanan şiddeti, tatsız olayları unutalım ama bu birlik duygusunu hiç unutmayalım, yere düştüğümüzde uzanan dost elini unutmayalım.
Güzel ülkem, biz inandık artık, güzel günler göreceğiz güneşli günler.
2 yorum:
yüreğine sağlık.. iyi niyetli tüm direnişçilere selam olsun..
sevgiler
her yer direniş her yer taksim..tebrik ederim seni
Yorum Gönder